Hakkımda

Fotoğrafım
25.04.1986 tarihinde Tekirdağ’ın Saray İlçesinde sabaha karşı 04:00 sularında dünyaya gelmişim. Ailemin 2. Çocuğuyum. İlkokul 1. Sınıfın ilk dönemini Çatalca ilçesine bağlı Karamandere Köyün’de ikinci dönemini de Saray İlçesinin Güngörmez mahallesinde okudum. 2.sınıf ve mezun olana kadar(1996) Saray Cengiz Topel İlkokulunda okudum.2000 yılında Atatürk Ortaokulundan,2004 yılında da daha sonra ismi Mustafa Elmas Arıcı Anadolu Lisesi(MEAAL) olan Saray Anadolu Lisesi’nden(SAL) mezun oldum.İlk yıl kazanamadığım üniversiteye 2006 yılında kendi imkanlarımda dershane parası vererek 4 aylık çalışmayla Süleyman Demirel Üniversitesi(SDÜ)Gönen Meslek Yüksek Okulunu Büro Yönetimi ve Sekreterlik Bölümünü kazandım.Yarım dönem uzatmak zorunda kaldığım SDÜ’den 2009 yılında mezun oldum ve Anadolu Üniversitesi İktisat fakültesine İktisat Bölümüne aynı yıl kaydımı yaptırıp 2012 yılında 4 yıllık diploma sahibi oldum. Şu an halen Açıköğretim Üniversitesi ikinci üniversite kapsamında Laborant Sağlık ve Veteriner Sağlık okumaktayım.

26 Kasım 2016 Cumartesi

Çayı Soğutmayalım

‘Ateş olmayan yerden duman çıkartmak’ adlı yazımda unutulması gereken saçma sapan kaba etimizden uydurduğumuz adetleri  ve yaparken insanları rahatsız ettiğimizi bile anlamadığımız alışkanlıklarımızı yazmıştım. Sebepsiz korna çalmak, evliliğe mahalle baskısıyla zorlanmak, eğlenirken havaya ateş açmak, çocuk gelin, kan parası,  töre cinayeti gibi örnekler vermiştim. Peki, keşke unutulmasa ve yaşatılsa dediğimiz alışkanlılarımız yok mu? Ya da vay be ne güzel bir gelenekmiş dediğimiz şeyler olmuyor mu? Oluyor. Hadi gelin birde onlara bakalım.
                Biliyorum birçoğunuz buna karşı çıkacaktır. Ha ben olsun demiyorum ama ne güzel bir gelenekmiş demeden de duramıyorum. Osmanlı zamanında şimdi olduğu gibi komşuluk ilişkileri çok varmış. Ama o zamanki yaşamda evlerin kapısında iki adet kapı tokmağı bulunurmuş. Eve erkek misafir geldiğinde kalın ses çıkartan kapı tokmağını bayanlarda ince ses çıkartan kapı tokmağını çalarlarmış. Misafirliğe gidilen ev ahalisi de kapıyı ona göre açarmış. Bu gün birçok görgü yoksunu rastgele kapıyı açarak uygunsuz şekilde sizleri karşılayabiliyor. Bu duruma kendimiz denk geldiğimizde de evde bulunan bayanı kapı açmaya yönlendirene kadar kişiyi kapıda ağaç edebiliyoruz. Nasıl olur bilmem ama teknoloji kullanılarak bir şeyler düşünülebilir bunun hakkında.
                Mesela Saray’da olup olmadığını hatırlamıyorum ama ramazan aylarında cami minarelerine asılan mahyalar. Görmek kısmet olmadı desem yeri vardır. Ama çok hoşuma gider benim o huzurlu ayda mahyalar. Belki birileri duyarda önümüzdeki ilk ramazanda bizlere böle bir jest yaparlar.
                Eskiden evlerin balkonlarında kuşların su içmesi için suluklar yapılırmış, olmayanlarda muhakkak bir kap koyarak özgürlüğün ve bereketin  simgesi bu hayvanları beslermiş. Ne güzel değil mi? Şimdiyse balkonumuza kuş konup pisletmesin diye ya kapatıyoruz(benim yaptığım gibi) ya da ölü kuş koyarak korkutmaya çalışıyoruz onları. O kadar yerli yabancı müteahhitimiz var ki acaba umurunda olup böyle bir şey yapmaya kalkan olsa hangimiz buna hayır diyebiliriz.
                Ramazan ve mahya demişken bayramlarda ellerinde poşetlerle gezen çocukları ve kendi çocukluğumu hatırlıyorum. Tanıdık tanımadık tüm evleri gezer aynı şekerden fazla olunca az olanla değiştirirdik. Şimdi çocuklar şifre konulmuş apartman kapılarından giremiyor ve balkonda duran ev sahiplerinin hakaretine bile maruz kalıyor. Diyorum ki önümüzde ki ilk bayramda apartman yöneticileri en azından akşamüstlerine kadar giriş kapılarını kapamasa ana binalarının ve her kapısı çalınan elini öptürüp şekerini verse o çocuklara ne mutlu olurlardı.
                Muharrem ayında yapılan aşure geleneği hiç bitmesin isterim mesela ben. Son zamanlarda daha fazla insanın bunu yapıp dağıttığına şahit oluyorum. Masraflı olduğunu söyleyenler olabilir, doğrudur da ama durumumuz el veriyorsa komşularımıza birer tabak aşure götürmeye devam etmeliyiz.
Bazılarının pişi dediği bizim buralarda mekik dediğimiz o muhteşem maya, yoğurt,yağ,şeker  karışımı kızgın yağda kızartılan hamur. Arife gecelerinin vazgeçilmez tadı. Ne olursunuz yeni evli kızlara da sesleniyorum buradan  eşimde dahil vazgeçmeyin bu geleneğimizden.
                ……..olma,…..doğma,……senin adın …. Olsun. Benim var. Nüfusa yazdırılmaz. Eğer yazdırılırsa ikinci ad olmuş olur. Ya bebeğin doğduğu gün ya da 7. Günü konur göbek adı. Ya büyük dedelerimiz olur isim genelde ya da ailemize faydası dokunmuş atalarımızın. Bence göbek adı konulmalı, konulmaya devam edilmeli.
                Çocuk demişken yeni doğan ailenin kapısına asılan bu evde bebek var haberi veren tabelalara bayılıyorum. Erkek olursa mavi kız olursa pembe süsler takılıyor. Buda bizim o evin kapısının önüne gittiğimizde ya da o apartmanda oturduğumuzda ses tonumuzu yada ev yaşamımızda dikkatli davranmamızı sağlıyor.
                Bazen bulunduğum lokantalarda yemeğe başlamadan önce besmele çekildiğine şahit oluyorum. Bu aslında sanırım herkesin yapması gereken bir şey ama unutuluyor mu ne? Evde bu işi bu yazımda aile reislerine zimmetliyorum. Hep beraber yenilen yemeklerde ilk besmeleyi yüksek sesle aile reisi çeksin ki unutanlar hatırlasın, hatırlayanlar tekrarlasın. Besmele çekilmeyen sofrada doyum olmaz derler.
                Sosyal medyada son zamanlarda bir akım var. Kahve içme, içilirken fotoğraf çekilme, fincanları sergileme ve yanında ikramlar. Bu yazıyı okuyanlara tavsiyem misafirine değer verdiğini fincanla ölçeceksen eğer lale desenli ve gül desenli fincanlarla ikramda bulun. Eskiden böyleymiş. Lale deseninde ‘Allah’ lafzı olduğu için Allah yardımcın olsun, gül desenli fincanda da bize gelerek evimizde güller açtırdığınız demiş oluyormuşsunuz. Ne güzel manaları varmış.
                ‘Anılarda kalırdı belki zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardakta verilmeseydi eğer’ demiş Can Yücel. Dostlarınızla, sevdiklerinizle, ailenizle, yakınlarınızla, misafirlerinizle, yabancıyla kimle olursa olsun ince belli bardaktan için çayı. Çay henüz her şey bitmedi demektir.



Şimdi ben ölsem en fazla kahvede çay soğur, ama bu saydıklarımız ölürse insanlığımız ölür.

24 Kasım 2016 Perşembe

ÖĞRETMENİM

ÖĞRETMENİM

Zil çalınca koşarım
Sınıfıma yerime,
Heyecanla Coşarım,
Başlarım derslerime

Öğretmenim kapıdan,
Selamlayarak gelir.
Günaydın çocuklarım,
Gür bir; sağ ol, yükselir.

‘Türküm, Doğruyum’ başlar,
Kutsal yemin edilir.
Atatürk’ün izinde,
İlkelere gidilir.

Temizlik denetimi,
Titizlikle görülür.
Sınıfın yönetimi,
Sevgi ile örülür.

Yoklamaya geçilir,
Mevcut bir bir taranır.
Gelmeyenler seçilir,
Nedenleri aranır.

Rapor sunan kümenin,
Dosyaları elinde,
Çevirirler masayı,
İzleyelim gelin de.

Konu başından sonra,
Didik didik edilir.
Belirlenen amaca,
İlerlenir,  gidilir.

Her gün dersin akışı,
Günlük plan gereği,
Öğretmenin bakışı,
Kazandırır ereği.

Bir saat gibi işler,
Sınıfta öğretmenim.
Beğenir müfettişler,
Hoşuma gider benim.

Arı gibi muntazam,
Emsalsiz bir mimardır.
Her mesleğin anası,
Bu, yarını imardır.

Tanrı sanatının o,
Yeryüzünde eşidir.
Karanlık dünyaların,
Sönmeyen güneşidir.


O, Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün yatılı öğrencisiydi. Okulda geceler düzenlenirdi. Bu gecelerden birisi İsmail Hakkı Tonguç’un Kepirtepe’ye gezisi sırasında, isteği üzerine düzenlenmişti. Bu eğlencenin içeriği geniş olmalıydı. Şarkı, türkü, millî oyunlar ve kişisel yeteneklerin sergilenmesi gibi her türlü etkinliği kapsamalıydı. Eğlenceyi düzenleme işi ona verilmişti. O gecenin ayrıntılarını geliniz kendisinden  dinleyelim: “ Enstrüman çalan arkadaşlarım, sahnedeki yerlerini aldılar. Tüm okulda bir sessizlik, hissedilir derecede bir heyecan vardı. Konuklarımız kendilerine ayrılan yerlere oturdular. İstiklâl Marşı ile programa başladık. Tüm okulun gür bir sesle, müzik eşliğinde Millî Marşımızı söyleyişi iyi bir başlangıçtı. Başından sonuna orta oyunu, güldürü, koro, şiir, millî oyunlardan bir demet, bestelerin keman eşliğinde sunuluşu vb. Bir tiyatro okulu öğrencileri pozisyonunda, büyük yeteneklerini deneyimli aktörler gibi gösteriyor, çılgınca alkışlanıyordu öğrenciler! Dikkati çeken husus müşterek bir ahengin, birliğin ve beraberliğin sağlanması idi. Bu sıralarda orta yere çıktım ve ‘Eğlence programımızın sonuna geldik. Son kez oynayacağımız Trakya Horonuna konuklarımızın da katılmalarını, arkadaşlarım adına arz ve rica ediyorum.’ dedim. Ünlü eğitimci, Hakkı Tonguç, sırtındaki pardösüyü çıkardı, kalktığı yere bıraktı, meydana geldi. Müzik eşliğinde oyun başladı. Öğrenci arkadaşlarımız, oyunu kurallarına, figürlerine göre oynuyor, kusursuz bir şekilde kıvırıyor, izleyenleri zevkten zevke taşıyorlardı. Konuklara gelince, onlar bizim ekibe ayak uyduramıyor, aralarında sadece hop hop zıplıyorlardı. Göze çarpan bu uyumsuzluk daha da hoşa gitti. Kıyasıya alkışlandılar! Alkışların sonu gelince, Sayın Tonguç gayet memnun ve gülümseyen bir çehre ile salondakilere seslendi: ‘ Bize bu gece unutulmayacak bir eğlence sergilediniz, yarattınız ve yaşattınız." dedi.(6 aralık 2008 Muhsin Durucan’ın kaleminden)


Öğretmenler günün kutlu olsun Rafet TOPUZ öğretmenim. Tüm öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun.

17 Kasım 2016 Perşembe

VAR MISIN YOK MUSUN

En eskisi 1933 yılına ait aşağı yukarı elimde elli adet Saray fotoğrafı bulunmasına rağmen hala yerini kulaktan duyduğum, ya da dilden dile anlatılan yerler olduğunu biliyorum. Bazıları bizler hayatta yokken yıkılmış bazıları biz daha mahalleden dışarı çıkamayacak kadar küçük çocuk olduğumuzda kaybolmuş bazılarını da  biz fark etmemişiz. Yazmadan edemeyeceğim bu yerleri. Aslında amaç hem o yerleri zihinlerde hatırlatıp beyin jimnastiği yaptırmak hem de bu yazıyı okuyup elinde o yerlerin fotoğrafları olanlardan ödünç olarak almak.
            İlk önce aklıma gelen ve aslında sarayda muhakkak olmasını düşündüğüm sokak çeşmesi. Hani genelde çeşmenin yanlarında zincirle bağlı bakır bardağı bulunan bazılarında nokta noktanın hayratıdır yazan, yazın buz gibi akan suyu olan çeşmeler. Bizim aslında bir çeşmemiz varmış. Kaç yılında yıkılmış, yıkılmamışsa nereye götürülmüş, yıkılmışsa neden sahip çıkılmamış dediğim şu anki Özel Başarı Kursu’nun ve altında Şaşkın Pazar’ın bulunduğu üniversitenin çaprazındaki alan. Boş bir arazi iken ve balık pazarı olarak kullanılırken orada bir çeşme varmış ama maalesef artık yok.
            İkincisi ise şu an yerinde yeni bir havuz olan Bilecen alışveriş merkezinin hemen önündeki alanda bulunan saat. Hayal meyal hatırlıyorum ince bir demirden direği olan aşırı bir rüzgârda sallanmaya başlayan pekte sağlam olmayan bu saate ne oldu. Neden kaldırıldı veya yenisi yapılıp konulamaz mıydı? Belki birilerinde o saatin ve anılarının olduğu bir fotoğraf vardır ve ulaştırır bizlere.
            Çete’nin havuzu hatırlarsınız çoğunuz. Cumhuriyet fırınının hemen yanında yeni yapılan hastaneye inerken. Daha düne kadar kare duvarları olan at arabalarının ve ineklerin su içerken çocukların beyaz külotlarıyla içine girdiği havuz. Sadece elimde bir adet fotoğrafı var ama çoğumuzda onlarca hatırası.
            İlçe merkezinin içinde otogar girişinin sağ tarafında şu anki Zabıta kulübesinin olduğu yerde bulunan gazeteci. O zamanki dergi ve gazete satışı yapılan tek yer. Birçoğumuzun da gazeteye sarılmış dergileri alırken hatırladığımız mavi renkteki kulübe. Biriside çıksın desin ki benim orada çekilmiş fotoğrafım var al bak tam olarak burası.
            Yeni mahalleli herkesin hatırlayacağı bir yer vardır. Artık mahalleli o kadar sıkılmıştır ki havuzun içine atılan taşları toplamaya küfür etmek, dayak atmak yerine o muzip çocuklara şunu yazmışlardı dondurmacı bahtiyarın yan tarafındaki havuza ‘terbiyeli çocuk havuza taş atmaz’.
            Belediyenin  arka tarafında bulunan sokağa sırayla çekilmiş at arabalarını hatırlıyorum mesela ilkokul yıllarımdan. O zamanın şartlarında odunumuzu, kömürümüzü, eşyamızı taşıyan boyunlarında saman yemeleri için çuval arkalarında da caddelere düşmesin diye içine dışkılarını yaptığı bir başka çuval. Var mı hatırlayan. Yok değil mi? Hepimiz hatırlıyoruz.
            Şu an ki Halk bankasının yanındaki apartman yapılmadan önce orada bulunan evin bahçesindeki garajında eski bir araba vardı. Boyumuz yetmezdi onu görmek için ama zıplayarak orda olduğunu görürdük. Eski araba dediysem bir şahin, serçe yada lada değil. Bildiğin bizim deyişimizle Atatürk zamanı arabalarından. Kimindi bu araba? Nereye gitti? Hala duruyor olabilir mi?
            Yazmak için belki çok erken ama şu an ilkokulda okuyan çocukların çoğunun hatırlamayacağı bir yer daha var. Belediye Parkı’nın Gonce Büfe tarafında bulunan köşesinde yer alan havuz. Bazen fıskiyeyle şu fışkırtılan bazen ışıklandırılıp saraya renk katan kollarımızı nereye kadar değecek diye ellerimizi soktuğumuz o havuzda yok artık. Havuz demişken birde hemen onun önünde yassı bir şekilde duran ağaç vardı. Parktaki yeşilliklerde yürümeye başlayan her çocuğun emekleyerekte olsa çıkmaya çalıştığı o ağacı hatırlayan kaç kişiyiz.
            Park fırın’ın ve Ahmet Bey köftecisi’nin karşısındaki kaldırımın heykel tarafında üç adet telefon kulübesi vardı. Sanırım yenilenmeden önce jetonla çalışıp son zamanlarında genelde askerlerin kartlı olarak kullandığı kulübeler. Acaba bu hizmet verilmiyor mu hala. Ve veriliyorsa bu yazıyı okuyanlar bir zahmet girişimde bulunup birkaç adet nostalji de olsa onlardan  taktırabilirler mi?
            Onuncusu ve sonuncusu Halk Evi. Kız akşam Okulu olaraktan kullanıldığı söylenen tam şu anki Belediye binasının yanında bulunan yapı. Ne oldu ona? Kim yıktı? Yıkarken hangi gerekçeyi gösterdiler. İnanın çok merak ediyorum.

            Tabiki de günümüz koşullarında bazılarının hiç değeri olmadığını düşündüğü bu yerlerin artık olmayışı bende eksiklikler yaratıyor doğrusu. Hiç bilmemek ya da orada olduklarını duymamak var olduklarını bilipte yerlerinde görememekten daha iyiydi. Şimdi düşünüyorum o yerleri de acaba oralar gerçekten var mıydı yok muydu?

2 Kasım 2016 Çarşamba

ATEŞ OLMAYAN YERDEN DUMAN ÇIKARTMAK

Onlarca yüzlerce binlerce belki de milyonlarca… Örf, adet, gelenek, görenek, anane… Bir çoğunu unuttuk bazılarını yok ettik birazını kullanıyoruz yarısı değiştirdik. Bu yazımda unutulmasının çokta sıkıntı olmadığı, unutulunca artık eskisi gibi aranmayan olmasa da olur dediğimiz ölmesi gerektiğini düşündüğüm adetlerden bahsedeceğim.

     Mesela ben evlenme düğünlerinde gelinin beyazlığından çok altının sarısının gözükmesini isteyen kız tarafının aile büyüklerinin o bağnaz düşünceden kurtulmasını  istiyorum. Zaten insanlar asgari ücretle veya bir fazlasıyla uzun süre çalışıp maddi durumunu evlenmeye hazır getirmiş bir de tüm yatırımını altına yatırsın istiyorlar olmaz arkadaşlar bu adet ölmeli…

     Tanımadığın kişiye bile davetiye verip sünnet, nişan, düğün törenine çağırma bence ölmeli mesela. Hatta utanmayıp soyadın neydi diye bile soranlar olduğu sürece o düğünlere ben gitmeyeceğim sizlerde gitmeyin.

     Gecenin bir yarısı kız arkadaşını veya erkek arkadaşını evine bıraktıktan sonra hatta bazen sarılıp öptükten iyi geceler diledikten sonra arabadan inmesine mukabil korna çalmak. Yapmayalım bunu tamam zaten arabanın içinde iyi dilekte bulunduk zaten kornayla bunu tekrarlamaya gerek yok yapmayalım ne olursunuz.

     Selamlaşma merasimlerinde nasılsınız, iyi misiniz demek bence ölmeli. 10 kişi var ve hepsine toplu olarak soru sormak bazılarının sana cevap vermemesine sebep olabiliyor. Eğer bir ortama girilmişse herkesin hali hatırı tek tek sorulmalı bence ki insanlar kendini daha özel ve daha yakın hissettin sana.

     Okulunu bitiren kıza askerden gelen erkeğe evlilik ne zaman diye sormak, nişanı fazla uzatmayın demek,evlenince çocuk ne zaman diye sormak,ilki olunca ikinciyi düşünüyor musunuz diye ısrar etmek ölmesi gereken ilk 5 arasında olmalı.

     Askere uğurladığımız gençlerimizin otobüsünün önünü onlarca kez kesip en sonunda İstiklal marşını okutmak bence demode oldu artık. Hem insanların zamanını çalıyoruz hem de ailesinin kopamamasına sebep oluyoruz.  Öpelim harçlığını verelim sarılalım helallik verelim binsin otobüsüne arkasına bakmadan daha fazla onu da üzmeden çıkıp gitsin.

     Birçoğunuz karşı çıkabilir ama düğünde gelinin baba evinden çıkarken beline kırmızı kurdele takılması bence ölmesi gereken ilk 5 adet arasında. Neden herkes bunu bilmeli. İlgili olan kişi sadece damat değil mi?  Ya da erkeğe neden bir şey takılmıyor da sadece bayana takılıyor. Hani eşitlik…
Düğün konvoyları. Zaten kalabalık olan caddelerde birde onlarca araçla klakson çalarak gezmek ne kadar mantıklı. Hastası olan, bebeği olan cenazesi olan düşünülmemeli mi bu durumlarda. Ya bir ambulans yada bir itfaiye geçecek olsa ve geçemese katlanabilecek miyiz yaşanan acının tarifine.

     Düğünlerde, yılbaşında, eğlencelerde havaya ateş etmek ne kadar salakça bir şeydir ya. Eğer gören olursa suratına tükürsün.

     Trafik ışıklarında dururken daha yeşilin söndüğünü görüp sarı ışık yanmadan kornaya basmak artık bitmeli bence. Ha gelenek mi örf mü değil ama yaşatılan bir olaydan lütfen vazgeçelim. Özellikle bayanlar, yeni şoförlüğe başlayanlar ve sinirli insanlar için sorun yaratabilir.

     Yeni ev alana, yeni eve taşınana, yeni evlenene, başka eve taşınana borcam almak. Bence ölmesi gereken ilk 5 arasında 5. Sırada.

     Yıllar sonra biriktirdiği parayla ya da zar zor parasının üstünü kredi çekip tamamlayanve kendine araba alan kişiden hadi şunu ıslatalım diyerek bir şeyler beklemek çok saçma değil mi? Olması gereken onun bize bir şey alıp yedirip içirmesi mi yoksa kendi aramızda para toplayıp ne bileyim kış lastiği,koltuk kılıfı, bir depo benzin doldurmak mı? Hani bizim birlik beraberlik duygularımız. Yanlış mı düşünüyorum?

     Koskoca bir sene boyunca çoğunlukla yokluğunu hissetmediğin senin onu onunda seni yeri geldiğinde görmezden geldiği, halini hatırını sormayan eş dost akrabanın bayramda ziyaretine gidilmesi. Ölsün binlerce kez hem de…

     Otobüslerde bayan yanına erkeklere bilet verilmemesi veya yanına oturan erkeğe kalmasını rica eden kadının beynine yerleştirilmiş o saçma düşünce. Yahu insanız biz erkeğiz sapık değil  tecavüzcü katil değil. Sevdiklerine veya işine ulaşmak için seyahat etmek zorunda kalan bireyleriz.

     Çocuk gelin, kan parası,berdel,başlık parası ,kan davası, erkeğin kendini bayandan üstün görmesi. Açıklama yapmak bile istemiyorum ama derhal ölmeli hatta el birliğiyle öldürülmeli.

     Birde bizim kendi kaba etimizden uydurduğumuz gelenek olduğunu düşündüğümüz adet edindiğimiz şeyler vardır. Bunlar genellikle hem komik hem düşündürücü, hem saflık derecesinde tabi bazen de kırıcı ve üzücü olabilenleri içinde barındıranlardır.

     Örneğin kirli arabaların camlarına ‘beni yıka’ yazmak. Çorapla parmak arası terlik giyip diğer terliklerde de ayak parmaklarımızı terliğin önünden çıkarmak, asgari ücretin 4 katı fazlası paraya cep telefonu alıp marifetmiş gibi masaya koymak, elektrik,su,doğalgaz,telefon faturalarını ödeme tarihlerinin son gününde ödemek, inşaatlarda veya harç dökülen yerlere isim veya tarih yazmak, banyo esnasında şampuanın bitmemesi gerektiğini düşünerek köpürmesi bitene kadar su katmak,ağaçlara banklara duvarlara bıçakla bir şeyler kazıyıp spreyle ilan-ı aşk etmek,evde yanan bir ampulün yenisi almak yerine az kullandığımız odadan çıkartıp yanan yere takmak,bir yerde yemek yedikten sonra veya alışverişte cebimizdeki en eski parayı elden çıkarmaya çalışmak,tanıdığın üzerine araba sürmek,sevdiklerinin kıçına tekme atmak, pazarın ortasında Pazar arabalarıyla yol ortasında sohbet edip yolu tıkamak,inşaat ve kazı yapılırken seyredip bozulan elektronik aletleri kapatıp açınca düzeleceğini düşünmek daha sayayım mı uydurmasyon alışkanlıklarımızı…

     Yeni boyanan bankı badana yapılan duvarı kurudu mu diye ellemek, denize girerken ilk girenin diğerini ıslatması,gaz kaçağını çakmakla kontrol etmek,yediğimiz ekmek arası herhangi bir şeyi içtiğimiz içeceğin son yudumuna denk getirip bitirmek, el frenini çektiğimiz arabanın tekerleğine taş veya tahta koymak,sosyal medyadan davetiye göndermek,rüzgar uçurmasın diye küllüğe su dökmek,misafirlikte zorla bir şey yedirip içirmek yada ben tokum deyip aç gözlü gözükmemek…

     Sabaha kadar sayarım bunların devamını.  Arasında yaptıklarımızda oldu yapmaya utandıklarımızda. Ama kesin bir şey var ki atasözlerimizi adettendir diye gerçek sanıp  insanları yargılama hakkını kendimizde bulduğumuzu düşünme duygusu. Ne olursunuz bir an önce bundan vazgeçelim. Ne o atasözü peki; Ateş olmayan yerden duman çıkmaz…